Rojda Öztürk
“Öncelikle herkese içten bir ‘merhaba’ demek istedim, her şey bir ‘merhaba’ ile başlar diye düşünüyorum. En azından bana göre… Benim hikayem diyerek konuya girmek istiyorum. Üniversiteyi kazandığım ilk sene, kuzenim bana sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olarak kendime bir şeyler katabileceğimi söylemişti ve ne demek istediğini tam olarak anlamamıştım. Daha sonrasında araştırma yaparak neler yapılacağını öğrendim ve ilk defa o zaman ‘gönüllü olarak, hiçbir karşılık beklemeden, en içten şekilde insanların kalbine dokunacaktım.’ Bu heyecan ile Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG)’na üye oldum ama beklediğim gibi olmadı. Uzun bir süre bana dönüş sağlanmadı, sağlanamama nedeni ise okuduğum şehirde (Kırıkkale Üniversitesi) aktif bir topluluğun olmamasıydı. Talep çok olunca yeniden aktifleştirme kararı alınmış. Altı ay sonra bir haftasonu ‘seni de aramızda görmek istiyoruz’ diye beni aradılar. Seve seve kabul ettim… İlk toplantıya gittiğim zaman o ilk günün heyecanını gördüm kendimde, ben artık yerelime, okuduğum üniversite çevresine, başka insanlara; kadına, çocuğa, yaşlıya, gence bir şeyler katacaktım aynı şekilde onlar da bana bir şeyler katacaktı. Yani birbirimizden öğreneceğimiz çok şey olacaktı. Çok aktif olmayı istiyorduk; hedefimiz bir şeyler yapmak, bir yerlere gelmekti. Ama fazla gönüllümüz olmadığı için çoğu zaman düş kırıklığı yaşıyorduk, elbette bu bir şeyler yapmaya engel değildi. İlk olarak ‘Okudukça Demlen’ etkinliğimizi kampüste yaptık ve güzel dönüşler aldık, ilgi çektik. Yavaş yavaş büyüyorduk. Sonrası zaten çorap söküğü gibi geliyordu. Kırıkkale’de bir okulda öğretmenlik yapan bir hoca bir gün bizimle iletişime geçti ve bizden bir konuda yardım istedi. Konu şuydu; ilkokul öğrencisi olan çocukların kitap okumak için kütüphaneleri yoktu. Biz de ne olursa olsun, o çocuklar için kütüphaneyi yapacaktık. Onların gülümsemesine biraz da olsa katkımız olacaktı derken projeye giriştik: duvarları boyadık, çizimler ve raflar yaptık, o rafları kaynaktan bulduğumuz kitaplar ile doldurduk ve o öğrenciler için kütüphaneye ‘Sonsuz Kelimeler’ adını koyduk. Onlar için o kütüphane bilginin hazinesi adına ilk ‘merhaba’ydı. Sonrasında sadece TOG’ da kalmadım. Ahbap, TEGV (Türkiye Eğirim Gönüllüleri Vakfı), AGDER (Akdeniz Gençlik Derneği) gibi başka kuruluşlarda yer aldım. Peki ben bu kuruluşlarda gönüllü olarak neler yaptım, neler öğrendim, neler öğrettim ve bunların hepsi bana ne gibi değişiklikler kattı, ondan söz etmek istiyorum. Şöyle ki; benim çocuklara karşı birazcık hassasiyetim ve çekingenliğim vardı. Onlar ile iletişim kurma, fiziksel bir temas veya başka bir durumda uzak kalmayı tercih ediyordum. Bunu yaparken de yanlış olan bir şeyler olduğunu hissediyordum, çocuklardan uzak durmak bir çözüm değildi ve bu durum için çözüm bulmam gerekiyordu. Başka STK’de gönüllülük yapan bir arkadaşım, beni kendilerinin çocuklar için düzenlediği etkinliğe davet etti ve bunu değerlendirmek istedim. Çocuklar ve ben ilk defa bir etkinlik içinde olacaktık. Etkinlikte şuydu; zihinsel engelli çocuklara çizimler yaptırıp oyun oynayacak ve müzik eşliğinde beraber dans edecektik. Ama her çocuk ile ayrı ayrı ilgilenmemiz gerekiyordu, çünkü onlar diğer çocuklardan çok farklıydı. En başında içimde mücadele verdim, ‘Nasıl yapacağım, nasıl iletişim kuracağım?’ diye fazla endişeliydim. Onlarla vakit geçirdikçe daha iyi oluyordum, daha sakindim ve daha mutluydum. Aslında o etkinlikte öğrendiğim şey şuydu; konu ne olursa olsun ölçüyü bildiğiniz sürece her şey iyiye gider! Yaz tatilinde memlekete döndüğüm zaman, orada da boş durmak istemiyordum. Bende TEGV’in yaz kursunda gönüllü olarak çocuklarla vakit geçirmeye karar verdim. 8-10 yaş arası çocuklara üç hafta boyunca serbest eğitim kursu verdim ve onların kendi kurdukları dünyada bir öğretmenden ziyade ‘abla’ idim. Zaten amacım da buydu; aramızdaki resmiyet, öğretmen/öğrenci ilişkisi değil, abla/kardeş ilişkisi olsun istiyordum. Böyle olması iki taraf için de işleri daha da kolay hale getiriyordu. Onlar benim öğrencim değil arkadaşım, kardeşim gibiydiler. Bu durumdan mutluydum, hepimiz birbirimizden bir şeyler öğrenmeyi hedefliyorduk. Gönüllülük yaptığım STK’ lerde farklı farklı görevlerim vardı. Örneğin; TOG’da iki dönem koordinatörlük yaptım, şu anda da gönüllü sorumlusu olarak devam ediyorum. Ahbap’da İnsanlık Çalışma Grubu Başkanıyım. Bu çalışma grubunun amacı kadın, çocuk ve hayvan haklarını baz alarak neler yapabileceğimizi, toplumda nasıl farkındalıklar oluşturabileceğimizi konuşuyoruz. Toplum yararına olan Kan Bağışı Etkinliğini düzenli hale getirip ‘belki de umut sensin’ diyoruz. Üç yıldır karşılık beklemeden insanlara ‘merhaba’ diyorum, elimden geleni yapıyorum, kadın/erkek/çocuk/yaşlı gözetmeksizin mücadele ediyorum ve ediyoruz! Yapılan her etkinlikte/projede öğrendiğim ve benim için hayatıma yön veren şeyler de oldu. Neydi peki bunlar? En önemlisi kafamda kurduğum bazı ön yargılarım vardı, bunlardan kurtulmamı sağlayan çok şey oldu. Sonuçta farklı farklı insanlar ile sürekli etkileşim içindesin, onlara bir şeyler kazandırmaya çalışıyorsun, onlar da sana bir şeyler kazandırmaya çalışıyor. Bu önemli işte karşılıklı olarak birbirimizin amacını yerine getiriyorduk. Basit şeylerle mutlu oluyorduk, gerçeği en açık şekilde görüyordum. Çünkü gerçek, en güzel şeyi size bahşeder. Ben buna inanıyorum. Dünya, farklı bakış açıları ile size kapısını açıyordu ve kendinizi o enfes şeylerin içinde buluyordunuz. Etrafımda olan insanları kimlik, dil, din, ırk olarak ayırmıyordum. Onlara insan olarak bakıyordum, hepimiz birer varlığız, bize başkası tarafından verilen bir şeyin suçlusu biz değildik, insandık hepimiz! Bizi ayrıştıran, dışlayan insanlar da insandı ama onlardan bir farkımız vardı; biz onu da insan olarak görüyorduk, öyle davranıyorduk. Basit şeyler ile mutlu oluyoruz cümlesinden kastım şu aslında, onu da dile getirmek istiyorum: İki yıl önce Balıkesir TOG’ un yaptığı bir yerel Atak Projesi’ne* katıldım. Yerel Atak Projesi’nin içeriği o kadar dolu, o kadar faydalı şeylerdi ki, her bir etkinlik farklı bir amacı barındırıyordu. Basit şeyler derken şunu söylemek istiyorum; Balıkesir’de katıldığım kahve dağıtma etkinliği vardı ve bu etkinliğin amacı, geçmişten beri önemli olan komşuluk ilişkileriydi. Apartman dairelerine, kendi ellerimiz ile hazırladığımız kahveleri bırakıyorduk, insanlara komşuluk ilişkilerine dair ufak notlar veriyorduk. İnsanların bu konudaki ilgileri bizleri de mutlu ediyordu. Benim öğrendiğim bu şeylerden sonra, yaşadığım evrende değiştirmek istediğim şeylerden ziyade değiştirmek istediğim şey; kadını kadın, çocuğu çocuk, yaşlıyı yaşlı, genci genç olarak görmek ve onlara başkası tarafından verilen hiçbir şey ile suçlamamak ya da dışlamamak. Bu dünya hepimizin, içindeki her şey hepimizin. El ele vererek doğaya destek olup mucizeler yaratabiliriz, sevginin ve gerçeğin peşinde olabiliriz. Varlığımızın ne için olduğunu kanıtlayabiliriz. Uzun lafın kısası, hepsi küçük bir şey ile başladı ve o küçük şeyler ile çok büyük şeyler edindim: Aile gibi, dost gibi, insanlık gibi… Hikayem bu benim, her insanın hikayesi kendine bir yol çizer ve benim hikayem de bana karşılığı olmadan, yapılan güzel iyilikler ile etrafımı aydınlatan yıldızlar gibi yol çizdi. İyi ki de çizdi.”
*Atak Projesi : Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın farklı yerel örgütlenmelerinde yer alan gençlerin farklı tematik konular çerçevesinde ortak bir yerelde toplandığı üç ila beş gün arasında süren bir gençlik projesidir.
(Kırıkkale, Türkiye)
Gönüllülük yoluyla Dünya’yı nasıl değiştiriyorsun?