Genel

Duygu Kula

”Hatırlar mısınız bilmem ama hani altıncı sınıf ya da lise bir gibi zamanlarda, ilk tanışmalarımızda sınıf öğretmenlerimiz hepimizi teker teker kaldırır, ilerideki hayallerimiz ile ilgili bize sorular sorardı. Kimimiz öğretmen olmak isterdik, kimimiz doktor, kimimiz gazeteci, kimimiz futbolcu, kimimiz veteriner… Bu seçenekler böyle uzar giderdi. Altıncı sınıfa ilk geçtiğimiz zamanda bizim sınıf öğretmenimiz de bu soruyu, ‘İlerideki hayalleriniz nedir?’ diye sırayla hepimize sormuştu. Sokakta yaşayan her çocuğun bir yuvası olmasını istediğimi anlatmıştım. Aynı senelerde zorla evlendirilmek istenen bir kız arkadaşımız için elimizde kendimizce hazırladığımız pankartlar ile ‘Haydi Kızlar Okula’ seslenişleriyle mahalle aralarında dolanmış ve kız arkadaşımızın eğitim hayatına devam etmesine destek olmuştuk. Şimdi farkında olmadan gönüllülük girişimlerime bunlarla başladığımın kanaatindeyim. İnsanın en güzel bencilliği, iyilik peşinde koşan bir konuya el uzattığında hissettiği vicdani rahatlama sonucunda yaptığı gönüllülük eylemleridir. Belki bana ‘Ne alaka?’ diyeceksiniz. Ama ben attığımız her adımın, bencilliğimizin esirliğinde şekillenen eylemlerden ibaret olduğunu düşünüyorum. Velhasılı kelam, kendimi yıllar geçtikçe bir patiyi avuçlarımın arasında saklarken, bir çocuğa yardım etmek için arkadaşlarımı örgütlemeye çalışırken ya da birtakım deli arkadaşlarımla kütüphane yapmak için uzaklara seyahat ederken, ‘Haydi Kızlar Okula’ sloganını daha ilkokul yıllarında kullandığım Unicef’in projesini sokakta insanlara anlatırken, birlikte güzel şeyler yapmak için uzatılan her ele göz pınarlarımda yaşlarla yaklaşırken buldum. Yeryüzünde her maddenin size bir teşekkür şekli var, işte ben gönüllülük çalışmalarına o teşekkürde saklı olan ışıltılar ile tanıştıkça sarıldım. Bana ‘İlk önce yaptıklarını anlatma, iyilik gizli kalmalı.’ dediler. Karşı çıktım, ‘Egonun gayesi ile anlatmadığın gönüllülük hikayelerinin bulaşıcı etkisi vardır.’ dedim. Fırsat buldukça başladım anlatmaya. Bir sokak kedisini nasıl veterinere yetiştirdiğimizi anlattım. Bu sayede tanıştığımız güzel insanlardan bahsetmeyi unutmadım. Mesela Unicef’de eksi dereceli hava durumunun hakim olduğu bir 31 Aralık gününde, arkadaşlarım ile insanların peşinde koşturduğumuz zamanları anlatmadan da duramadım. Yolda durdurduğum insanlara Unicef’in projelerini anlatırken kendi gerçek hikayem olan henüz ilkokuldayken Unicef’ın ‘Haydi Kızlar Okula’ projesi vasıtası ile okul hayatına devam etmesini sağladığımız sınıf arkadaşımızın hikayesinden bahsetmeden duramadım. O günden beri, kız çocuklarının okula gitmesine engel olunduğunda, karşılarında bizi bulabilecekleri ruhunu, başkalarına aşılamadan yaşayamadım. Unicef’in yüz yüze saha çalışması olan ‘yarı gönüllü’ olarak çalıştığınız bu projede ’gönüllü’ kısmı olmadan çalışmayı yürütmeniz mümkün değil. Bir diğer yandan reklamını kesinlikle yapılmasını istemediğimiz ve hiçbir kuruma bağlı olmadan gerçekleştirdiğimiz bir kütüphane projemiz var ki sanırım çocukların belimizi o küçücük kolları ile sardığında hissettiğimiz duygunun net bir tarifi yoktur. Badanasından masalarına, kitaplığına, kitaplarına, çalışma setlerine, defterlerine ve daha birçoğuna ulaşmak için harcadığımız enerjinin yarattığı yorgunluk, minicik ellerin hayranlıkla her biri için teşekkür edip bize yazdıkları duygu yüklü mektupları okurken ve bir köy okulunun çatı katında oluşturduğumuz kütüphaneye attıkları ilk adımları izlerken son buldu. Hayatımda hiçbir şey beni bu anların hissettirdiği kadar huzur dolu hissettirmiyordu. En vurucu soluğumu ise aynı zamanda birçok hayallerime kucak açan ErasmusPlus projesinde aldım. Tek kelime İngilizce konuşamayan ben, 3 ay sonra kendimi çocuklara ‘’zorbalık’’ ile ilgili farkındalık sunumları yaparken bulmuştum. Romanya’da farklı ülkelerden gelen kişilerden oluşan dokuz kişilik bir ekip ile beraber, 9-16 yaş arası çocuklara zorbalık ile ilgili farkındalık eğitimleri veriyorduk. Biz de üçerli gruplara bölünmüş ve hepimizin kendi yaratıcılığını da katabileceğini dört aşamalık modüller oluşturmuştuk. Öğrenciler ile beraber çeşitli workshoplar düzenleyip okullarda ve sosyal hayatlarında var olan zorbalıkları fark etmelerini sağlamayı ve bu konuyla ilgili gönüllü olmalarını hedefliyorduk. Oluşturduğumuz İnstagram hesabımıza gelen mesajlardan ve yaptığımız çalışmanın geri dönüş anketlerinden elde ettiğimiz sonuçlara göre ise, biz gerçekten birilerinin hayatına dokunmayı başardık. Fakat en önemli ayrıntı; onlar da bizim hayatımıza dokunuyordu. Topluluk önünde Türkçe dahi sunum yapamayan, daha doğrusu yaparken kendi içinde inanılmaz bir mücadele veren ben; hem çocuklarla hem gençlerle çalışmalar yürütüyor, onlara mükemmel olmayan İngilizcem ile bir şeyler anlatıyor, workshoplar düzenliyor ve kendi deneyimlerimi paylaşıyordum. 9-10 yaşlarında çocukların olduğu sınıflara girdiğimde onlar gibi çocuk oluyor, liselilerin sınıflarına girdiğimde ise ergenlik çağında bir genç oluyordum. Lisenin başlarından beri üstüne odaklandığım empatik düşünmenin birçok merdivenini burada çıktım. ErasmusPlus’ın bana kattıkları sadece bununla kalmadı. Paskalya Bayramı’nda otostopla çıktığım yolculuğum sayesinde Rumen bir köyde, el yapımı birçok şey yerken o bayram kültürünü derinlemesine hissedebildim. Sanırım gönülden yaptığın her alanda gönüllüsün. Bence beni ve İspanyol arkadaşımı köyündeki sofrasına davet eden o Rumen şoför de gönüllüydü; hala iletişim halinde olduğumuz, bana aklıma takılan bazı konularda yardım etmeye çalışan kız kardeşi de gönüllüydü. Hayatımın bu kısmının birçok getirisi oldu ama en önemlisi, dokuz ayın sonunda zihnimde yıldız gibi ışıldayan insanlar ile edindiğim çeşitli anıların kalmış olmasıydı. Romanya’dan döndüğümde edindiğim deneyimler sayesinde artık biliyordum ki bir Sivil Toplum Kuruluşunun parçası olmak istiyordum. İş arayışlarıma ise bu yönde şekil vermeye başlamıştım. Şu an ise Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği’nde (TOFD) çalışıyorum. Eğer bir STK’de çalışıyorsanız aynı zamanda ister istemez gönüllü oluyorsunuz. Farkında olmadan kendinizi derneğinizin projelerini ya da aklınızdaki projeleri bir şekilde insanlara anlatırken buluyorsunuz. Aslında bu da bir gönüllülük hareketi oluyor. Mesela mesai olarak çalışmanız gerekiyorsa bunu çok fazla dert etmiyorsunuz. Ben, derneğimizin daha çok iletişim tarafıyla ilgileniyorum, fakat derneğin genel yapısında, kim ne hakkında çalışıyor genel olarak konuya hakimim. Bu vesile ile başka STK’leri de takip ediyorum. Aslında takip etmemin sebebi bir yarış değil, kafamda ‘Eksiklerimiz için daha çok ne yapabiliriz?’ düşüncesi gelişiyor. Sadece tek taraflı ihtiyaç sahiplerine yönelmek seni biraz eksik hissettiriyor. Tüm STK’lerin bir pastayı oluşturduklarını ve onların bu pastanın ayrı ayrı dilimleri olmadığını, bu pastayı hep beraber oluşturduklarını biliyorum. Biz bir bütün olarak hayatın çirkin resimlerini baştan şekillendirip güzelliklerini meydana çıkarıyoruz. STK’lerin iyilik hareketleri ise bir zincir gibi; kurumlar, bağışçılar, personeller bu zincirin farklı farklı halkaları… Fakat en önemli halka, içinde her renkten bulunan gönüllülük. Bana biri demişti ki: ‘Olanın olmayana her zaman borcu vardır.’ Derin bir söz değil mi? Düşününüz, neyiniz var ise borcunuz işte odur. Peki siz, o kıymetli vicdanınızın sizi yönlendirmesine izin veriyor musunuz? Ben bazen kendimi, hala bencilliğimin siyah taraflarına esir olmuşken buluyorum. Buna izin vermeyin ve kendinizi ışıldayan bencilliğinizin size yaşattığı o eşsiz rahatlama hissine bırakın. İşte gönüllülük budur! Gönüllü olarak ektiğiniz bir fidanda elleriniz toprakla buluşsun, bir patinin yumuşak dokunuşlarının şefkatini hissedin ya da bazen sadece durun ve bir patili ile paylaştığınız yemeğinizi yiyişini izleyin; karnınız o bitirmeden doyacaktır ya da kendinizi bir çocuğun bir şekilde kurduğunuz iletişimden dolayı size sarıldığında vücudunuza saldığı sevgi seline bırakın. Mesela işaret dili öğrenin. İletişim kuramadığımız o kadar güzel ruhlar var ki… Onları tanımayı deneyin. Bedenlerinizin, ruhunuzun laneti olmasına izin vermeyin. Bedenlerin bize biçtiği sınırları önce kendinizde, sonra gördüğünüz her yerde kırmaya başlayın. Empati kurun! İnanın en çok buna ihtiyacımız var. Sevin, ilk önce sevginin gönüllüsü, sonra ise vicdanınızın gönüllüsü olun. Daha sonrasında geri kalan güzelliklerin hepsi gelecektir.”

(İstanbul, Türkiye) 

Gönüllülük yoluyla Dünya’yı nasıl değiştiriyorsun?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.