Rana Kaya
”Meğer insan aldıklarıyla değil verdikleriyle değerlenirmiş. Benim gönüllülük hikâyem ilkokul yıllarımda başladı, görme engelli bireyler ile ilk kez bir araya geldiğimde ve onlar gibi yaşama baktığımda beynimde açılan lobu bütün gürültüsüyle hissetmiştim. 23 Nisan’da görme engelli çocuklarla bir araya gelip onlarla beraber bir etkinliği düzenlemek için sorumluluk almıştım. O güne dek böyle bir durumdan haberdar dahi olmayan benim için onlarla birlikte üretmek, benim için o an farklı olana dair yeni bir bakış kazandırmıştı bende. Ardından bir köy okulu için, tamamıyla kişisel çabamla, tanıdığım tanımadığım insanlardan hem para hem de kitap desteği toplarken başkası için harekete geçmenin gücünü hissetmiştim içimde. Lise yıllarımda Kızılay’ın yardım çadırında ekonomik yetersizlikleri olan insanlara yemek dağıtmaya gittiğimde yine ‘nedenini anlamadığım bu saçma düzende’ kendimce bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Benim gibi olmayanların hayatını öğrendikçe ufkum genişliyor ve yalnızca kendim için yaşamamam gerektiğini bir kez daha hatırlatıyordum kendime. Üniversiteye geçtiğimde ise bendeki asıl derin kırılmalar yaşandı. Sömürünün, haksızlığın, zulmün gırla gittiği sisteme hizmet etmemek için elimden gelenin en iyisini yapmam gerektiğini fark etmemle hareket etmeye başlamam bir olmuştu. Dezavantajlı gruplarla sık sık bir araya gelip onlara dair düşünüyor ve onlar için neler yapabileceğimi hayal ediyordum. O dönemde Gazi Üniversitesi’nde okuyordum ve okulun kulüpleri aracılığıyla dezavantajlı gruplarla iletişime geçebiliyordum. Ardından o dönemde gezgin arkadaşlarımla kafa kafaya vererek bir şeyler üretme isteği ile birlikte, Görme engelli bireylere dair farkındalık kazandırmak amacıyla, sonradan TRT Belgesel’den ödül alan ‘Uçuyorum Göklerde’ isimli belgeseli çekmiştik. Otostopla çıktığımız yolda görme engelli bir arkadaşımız ile her zamanki yola bambaşka bir ‘bakış’ kazandırmıştık. On gün boyunca görme engeli olan arkadaşımın gözüyle hayata bakmış ve görmenin yalnızca gözlerle değil aynı zamanda hislerle olduğunu öğrenmiştim. Sanıyorum ki onunla yola çıkana kadar insanları tanımanın en önemli yollarından birinin onların hikayesini uzun uzun dinlemek olduğunu o kadar derinden fark etmemiştim. İşitme engelli bireylerle ilk kez üç gün boyunca ‘Sessiz Kamp’da vakit geçirdiğimde, kelimeler dışında da sevgiyi ifade etmenin ne çok yolu olduğunu anlamıştım. Bu kamp işitme engeli olan bir arkadaşımız tarafından düzenlenmişti ve orada tamamiyle onların yaşamına tanık olmak, işaret dilini öğrenmek ve hatta işaret dilinin ne kadar eğlenceli bir dil olduğunu öğrenmek için bulunmuştum. Kampa katıldığım ilk gün bu dile dair hiçbir fikrim yokken üç günün ardından mimikler, beden dili ve öğrendiğim birkaç kelime ile rahatlıkla iletişime geçer hale gelmiştim. Gönüllülüğe dair en değerli bulduğum tecrübemi ise uzun dönem Avrupa Gönüllü Hizmeti için Romanya’ya gittiğimde edinmiştim. Projemiz şiddet ve bağımlılık ile ilgiliydi. Club Voltin isimli dernekte gönüllü olarak çalışıyordum. Tanımadığım bir ülkede, hapishanedeki çocuklar ile vakit geçirdiğimde, hayatın onları ne kadar da suça teşvik ettiğini fark etmiştim. Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı ile ilgili okullarda eğitimler vermiş ve dernekteki çocuklara oyunlar oynatmıştık. Bu konuyla ilgili halka açık bir sempozyum gerçekleştirmiştik. Kadınlara dair gerçekleştirilen haksızlıkları farkettiğimde ise Pangea Voyage sponsorluğunda on iki ülkede pankart açarak kadınların dile getiremediklerine dair farkındalık kazandırmak adına bir proje gerçekleştirdim. Bu projede ‘Kimseyi bekleyemem beyaz atımı kendim alırım.’, ‘Kadın başına onların cesaret edemediklerini yaparım.’, ‘Elinin hamurundan öperim sakın pes etme!’ ve ‘Bir kadın olarak korkarsan Rachel Corrie’nin cesaretini hatırla!’ gibi yazıları pankartlara yazmıştım. Gittiğim her ülkeyi temsilen farklı bir yazı ile farkındalık kazandırmak adına gönüllü olarak çalıştım. Bütün bu çalışmaların ardından Marmara Üniversitesi’nde sivil toplum ve yönetişim alanında master yapmaya başladım. Bölümümün bir gerekliliği olarak, yeniden bir proje geliştirdim ve gönüllülüğün önemini fark ettirmek adına ‘gönüllü öğretmeni’ olarak bilinen İ. A., T. E., Yeşilay’dan B. G., Yarını Aydınlat Derneği’nden V. U. ve Gönüllü Hikayeleri platformundan Yunus Emre Benli gibi alanda çalışmalar yapan kişileri davet ederek gönüllülüğe dair bir sempozyum gerçekleştirmiş oldum. Çalışmayı gerçekleştirirken yine gönüllü katılımları ile projenin gerçekleştirilmesi için rol alan neredeyse kırk kişi vardı ve onlarla birlikte bir amaç için çalışmak ve sürecin takipçisi organizasyonun başında en çok sorumluluk alan kişi olarak birçok becerimi geliştirdim. Bir grubu yönetme, kriz yönetimi, planlama, sahnede sunum yapma konularında kendimi geliştirme fırsatı yakaladım. Gönüllü Hikayeleri oluşumunun gerçekleştirdiği ‘Are You Media Literate? Yes!’ isimli Erasmus gençlik değişimi projesinde atölyelerin yürütücülüğünde rol alarak bu kez farklı ülkelerden gelen gençlerle medya okuryazarlığı konusunda yaygın eğitim metodlarını kullanarak kendimizi geliştirebilmenin yol ve yöntemlerini öğrenmiş oldum. Proje boyunca atölyelerde yapılacakları ekibimiz ile planladık, organize ettik ve sunum gerçekleştirdik. Her birimiz farklı sorumluluklar aldık ve yine gönüllülüğe dair bilinç kazandırmak adına gönüllü olarak çalışmada yer aldık. Özetle gönüllülük başkasına değil, en çok bana öğretti. İnsan almaya ihtiyaç duyduğu kadar vermeye de muhtaç. Sayısız gönüllülük tecrübem bana öğretti ki peşinden gittiğimiz, öteki ile bizi buluşturmadığına yapayalnız bir dünya inşa ediyoruz kendimize. Çok sevdiğimiz, çok ürettiğimiz bir yaşam için zorluklara göğüs gerekecek, sabredecek, mücadelesinde ısrarlı olacak insanlar oluruz umarım. Sivil topluma sahip çıkacak cesur gençlere ihtiyacımız var. Geleceği inşa edecek bizler arasından ne zamanki bir gönüllülük hikâyesi duysam ‘ insan’ a değer katanlarla birlikte olduğumu bilmek beni güvende ve memnun hissettiriyor. Dünyanın bütün gönüllüleri iyi ki varlar ve var olmaya devam edecekler!”
(İstanbul, Türkiye)
Gönüllülük yoluyla Dünya’yı nasıl değiştiriyorsun?